Yeni bir macera: İdon, İda, Kaz
dağları…
Değişen Türkiye ve dünya gündemiyle,
yaşadığımız karanlık günlerden sıyrılmak isteyerek sizlerle yeni yazımı
paylaşmak istiyorum. Rastgele yaşadığımız bu hayatta, umarım okuduğunuz
satırlarla oraya benimle birlikte gitmiş olur ve bir anlıkta olsa huzurla
dolarsınız.
12-14 Haziran 2015
ÜÇGEzgin’in Haziran sıcağındaki rotası Kazdağları. Batıda Dede
Dağı, ortada esas Kaz Dağı ve üç tepesi (kuzeyde Babadağ, ortada Karataş tepe,
güneyde Sarıkız tepesi) doğuda Eybek Dağı, kuzey doğuda Gürgen Dağı ve
Kocakatran Dağı’ndan oluşur. Üç tepesi olan esas Kaz Dağı’nın en yüksek tepesi
1774 metre olan Karataş tepesidir.
Kazdağı, Antik dönemlerde “İda” olarak adlandırılmış ve pek
çok önemli olaya ev sahipliği yapmıştır. İsminin Giritli denizciler tarafından,
Girit’te Zeus’un doğduğu İda Dağı’na atıfta bulunmak için İda konduğu
mitolojide yer alır. Homeros’un İliada destanında da “bin pınar İda” olarak
geçmektedir. Küçükkuyu’nun kuzeyinde, Adatepe köyünün güneyindeki geniş bir
alana hakim bir tepede Zeus Altarı isimli bir tapınak bulunmaktadır. Rivayet
olunur ki, yüce Zeus bu tepede Afroditle sevişir ve bir yandan da savaş
yönetirmiş.
12 Haziran 2015 gecesi Bursa’dan 13 kişilik ekiple
Balıkesir’e doğru yol almaya başladık. Kalacağımız yer önceden belirlediğimiz Mehmetalan köyüydü. Orada her zaman
olduğu gibi çadırlarımızla kalacağımızdan yerimizi de oradaki çadır kampında
ayırttık.
İlk gün çadırları hazırlamak, önceden yapılmış yerlere kurmak
ve çevreyi biraz gözlemleyip, fotoğraf çekmekle geçti. Çadır kampımızın alt
kısmına inilen merdivenlerle dere kenarında kahvaltımızı edip akşam da yemek
yiyebilirdik.
![]() |
Mehmetalan Köyü dere kenarı |
Dere kenarında kahvaltı |
![]() |
Çadırlarımızın kurulduğu alan |
Çadırların kurulduğu alan içine koruyucu kısım |
İkinci gün artık yürüyüş vaktiydi. Erkenden kalkıp serin havada
kahvaltı ettik ve giyindik. Ayak bileklerinin korunması için tayt yerine uzun
pantolon tercih ettik. Klasik kırmızı ÜÇGEzgin tişörtlerimizi, yedek çamaşır ve
yiyeceklerimizi çantalara koymayı unutmadık. Rehberimiz Hüseyin Yetiştirici, Kazdağlı lakabıyla tanınan Kazdağlarının
aşığı, ormanların koruyucusu, gerçek bir avcı. Rehberliği, yol arkadaşlığı,
anlatımları ve sıkmayan konuşmalarıyla Kazdağları’nın ruhunu yaşatmak isteyen
bizlere keyifli bir rota planlamıştı.
Kazdağları Milli Parkı’na girişte rehber ve araç girişini de
ödedikten sonra yola devam ettik.
Bir süre sonra arabadan inip panoramik
görüntüsünü görebileceğiniz Edremit körfezini fotoğrafladık.
Daha sonra
yürüyüşe başlayacağımız yere doğru yol aldık ve ormanın içlerine doğru yürümeye
başladık. Göknarların eşlik ettiği yürüyüşümüz kılavuzumuzun ansiklopedi ezberi olmayan anlatımlarıyla insana keyiften öte bir haz veriyordu. Her yürüyüşümde hissettiğim bu özgürlük duygusu beni daha fazla tutkuyla ormanın içine doğru çağırıyor.
Kazdağı göknarı; (Abies nordmanniana subsp. equi-trojani) |
Keyifli bir rota vardı önümüzde. Doğanın bize sunduğu en güzel parçalara dokunarak adım atmak, bol oksijeni ciğerlerimizde depolamak ve Türkiye'de yalnızca
Kazdağı'nda yetişen endemik bir göknar olan Kazdağı
göknarıyla çevrili ormanda
yürümek, mutluluk hormonunu en üste taşımak eşsiz bir duygu...
Fotoğraf çekerek yürümek zor olsa da o anları tekrar yaşatmak için durup doğanın güzelliğini kameralarımıza kaydettik.
![]() |
Hem dinlenme hem fotoğraf zamanı |
Kazdağlarında yetişen endemik bitki türlerini görüp de hayran kalmamak mümkün mü ?
![]() |
Pembeler; asperula sintenissi |
![]() |
Palamut |
![]() |
Sarılar keten bitkisi |
![]() |
Yalancı dağ nanesi |
![]() |
Şakayık |
![]() |
Yaban mersini |
Üç tepeden en merak ettiğim Karataş tepesi için rehberimiz
bize sıkı giyinmemiz gerektiğini çünkü tam tepe olacağı için çok eseceğini
söylemişti. Haziran olmasına rağmen ince olmayan kıyafetler giyildi ve yürüyüşe
başlandı. ÜÇGEzgin tişörtlerimizi de hemen Karataş tepesinde fotoğraflamak için giydik :)
![]() |
ÜÇGEzgin Karataş tepesinde |
Karataş tepesi |
Kazdağları deyince akla Türkmen köylülerinin söylencelerinde
yer alan Sarıkız efsanesi gelir. Efsaneye göre Hera, Afrodit ve Athena’nın
katıldıkları, Truva Savaşı’na yol açan o meşhur güzellik yarışması burada
yapılmış, Zeus burada doğmuş, tanrılar Truva Savaşı’nı buradan izlemiş ve
Afrodit ilk kez burada aşık olmuş.
Sarıkız tepesindeki efsaneye göre; Kaz dağlarında çok güzel bir kız yaşarmış ve adına da Sarıkız
derlermiş, gel zaman git zaman Sarıkız’ın güzelliğini çekemeyenler onun
hakkında kötü yola düştü diyerek dedikodu yaymaya başlamışlar ve onu lanetli
ilan etmişler, babası da Sarıkız’ı alarak Kaz dağının zirvesine bırakmış.
Sarıkız dağda dolaşırken yanına bir kaz gelmiş ve ona birkaç yumurta vermiş. Sarıkız
bunları saklamış ve bir süre sonra kaz yavruları yumurtalarından çıkıp
büyümüşler. Günler günleri aylar ayları kovalamış bir gün kar ve tipiden yolunu
şaşıran iki yabancı Sarıkız’ın yaşadığı zirveye sığınmak zorunda kalmış.
Sarıkız bu yabancıları kurtarmış, beslemiş ve sağlıklarına kavuşturmuş. Bu
yabancılar dağdan indikten sonra köy halkına “Kaz dağlarında çok güzel, ermiş
bir kız yaşıyor” demişler. Bu sözler Sarıkız’ın köyüne, anne ve babasına
ulaşmış. Anne ve baba çocuklarına duydukları özleme daha fazla dayanamayarak
Sarıkız’ın yanına gitmişler. Sarıkız zirvede onları bekliyormuş sevgi ve
hasretle kucaklaşmışlar, bir ara baba kızından su istemiş. Sarıkız hemen şimdi
diyerek avuçları ile babasına su içirmiş, babası suyu nereden aldın deyince de
“elimi uzattım, denizden aldım” demiş, anne ve baba böylece kızlarının
gerçekten ermiş olduklarını anlamışlar ve geri dönmüşler.
Sarıkız efsanesi hakkında bir çok anlatım var bunlara www.kazdagli.com dan ulaşabilirsiniz.
İki günümüz Kazdağları Milli parkının içini yürüyerek,
Karataş ve Sarıkız tepesine tırmanarak geçti ve son günümüzde Mehmetalan köyünü
keşfe çıktık. Köy kahvesinde vazgeçilmezim türk kahvesini yudumlarken orada olmanın
keyfini çıkarttım, çektiğim fotoğraflara baktım ve unutmamak üzere kalbime not
ettim.
Mehmetalan köyünün içinde yürürken anlık gelişen bir yamaç
inişi sonrası karşımıza çok güzel bir göl çıktı. Burada yanımda hiç kıyafet
olmamasına rağmen o güzelliğe dayanamayarak suya atladım. Köydeki çocukların
ağaç dalına bağladıkları ipe asılı kalarak buz gibi göl suyuna atlamadan
buralardan gitmeyecektim tabiiki J
Kamp alanını toplayıp, bizi işletmesinde ağırlayan güzel
insanlarla vedalaştıktan sonra kararımız Edremit’e 17 km olan Tahtakuşlar Köyü’ne
gitmek oldu. Güre Belediyesi sınırları içerisinde Tahtakuşlar Köyü'ndeki Alibey
Kudar isminde bir ilkokul öğretmeni tarafından kurulan özel etnografya
galerisini görmeden bu topraklardan gidemezdik. Galeride, Orta Asya'dan
Türkiye'ye göç eden Konar - Göçer Türk boylarının ilginç ve özgün kültür
varlıkları ve Kazdağı efsaneleri sergilenmektedir. Ayrıca özel sanat
eserlerinin sergilendiği bir sanat galerisi de bulunmaktadır. Dünyanın en büyük
su kaplumbağasını, Orta Asya Türklerinin çadırlarını görebilir, el yapımı hediyelik
eşyalar alabilirsiniz. Uğramayı ve selam söylemeyi unutmayın.
Biz Arasların 150 yıllık dededen kalma uğraşı zeytinciliğin
geçmişini bir de Türkiye’nin ilk Zeytinyağı Müzesi olan Adatepe Zeytinyağı
Müzesinde görmek için yola çıktık. Küçükkuyu'daki tarihi sabunhane binası
restore edilerek, bir yandan kuru baskı tarzında zeytinyağı üretimine devam
edilirken, öte yandan civar köylerden toplanmış zeytin, zeytinyağı ve sabun
üretimine ilişkin çeşitli araç -gereç ve aksesuarlar fabrika binasında
sergileniyor.
https://www.adatepe.com/StaticPages/adatepe-zeytinyagi-muzesi/145
https://www.adatepe.com/StaticPages/adatepe-zeytinyagi-muzesi/145
Babamın
zeytin tarihi hakkındaki anlatımlarını dinleyerek müzeyi dolaşma fırsatı bulduk
ve çıkışta hediyelik eşya alınan yerden kendime zeytin motifli bir şal aldım. O
kadar güzel bir kumaşa yapılmış ve ince ki, bana “zeytin göz” lakabını takan
herkesin bende görmesi gerekiyor.
Ve ansızın müzenin çıkışında bizi karşılayan satırlar...
Nazım'dan...
Nazım'dan...
Yani,
öylesine ciddi alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde
bile, mesela, zeytin dikeceksin.
hem de öyle
çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten
korktuğun halde ölüme inanmadığın için
yaşamak yani
ağır bastığından.
Yaşadığımız her anın kıymetini bilmemiz gerek. Aslında her
şey o anda saklı ve özel. Bazen yaşadığımız, nefes aldığımız hiçbir anın
keyfini çıkaramıyoruz. Günlük telaşlarımız, insanlarla ilişkilerimiz, ne
söyleyeceğimiz, ne giyeceğimiz, ne yapacağımız o kadar kafamızı yoruyor ki yaşadığımız
anın tadının çıkarılması gerektiğini fark edemiyoruz. Bir düşünün, sizi en çok
mutlu eden, en iyi hissettiğiniz, en özgür olduğunuz anı. Onu hatırlamanızın,
düşündüğünüz anda bile mutlu olmanızın nedeni sadece o ana bir “duygu” katmış
olmanız; çünkü biz insanlar kararlarımızı ya düşünerek ya da hissederek
veririz.
Bu fotoğraf da dönüş yolunda çekildi. Yine bulmuşum kendime sevecek bir hayvan. Tabi Tarçın evde bekliyor hemen gitmeliyim :) |
Kalpten hissederek anı yaşamanız dileklerimle,
Sevgiler.