23 Mart 2016 Çarşamba

Yeni bir macera: İdon, İda, Kaz dağları…

Değişen Türkiye ve dünya gündemiyle, yaşadığımız karanlık günlerden sıyrılmak isteyerek sizlerle yeni yazımı paylaşmak istiyorum. Rastgele yaşadığımız bu hayatta, umarım okuduğunuz satırlarla oraya benimle birlikte gitmiş olur ve bir anlıkta olsa huzurla dolarsınız.




                                                                                                                          12-14 Haziran 2015

ÜÇGEzgin’in Haziran sıcağındaki rotası Kazdağları. Batıda Dede Dağı, ortada esas Kaz Dağı ve üç tepesi (kuzeyde Babadağ, ortada Karataş tepe, güneyde Sarıkız tepesi) doğuda Eybek Dağı, kuzey doğuda Gürgen Dağı ve Kocakatran Dağı’ndan oluşur. Üç tepesi olan esas Kaz Dağı’nın en yüksek tepesi 1774 metre olan Karataş tepesidir.


Kazdağı, Antik dönemlerde “İda” olarak adlandırılmış ve pek çok önemli olaya ev sahipliği yapmıştır. İsminin Giritli denizciler tarafından, Girit’te Zeus’un doğduğu İda Dağı’na atıfta bulunmak için İda konduğu mitolojide yer alır. Homeros’un İliada destanında da “bin pınar İda” olarak geçmektedir. Küçükkuyu’nun kuzeyinde, Adatepe köyünün güneyindeki geniş bir alana hakim bir tepede Zeus Altarı isimli bir tapınak bulunmaktadır. Rivayet olunur ki, yüce Zeus bu tepede Afroditle sevişir ve bir yandan da savaş yönetirmiş.


12 Haziran 2015 gecesi Bursa’dan 13 kişilik ekiple Balıkesir’e doğru yol almaya başladık. Kalacağımız yer önceden belirlediğimiz Mehmetalan köyüydü. Orada her zaman olduğu gibi çadırlarımızla kalacağımızdan yerimizi de oradaki çadır kampında ayırttık.
İlk gün çadırları hazırlamak, önceden yapılmış yerlere kurmak ve çevreyi biraz gözlemleyip, fotoğraf çekmekle geçti. Çadır kampımızın alt kısmına inilen merdivenlerle dere kenarında kahvaltımızı edip akşam da yemek yiyebilirdik. 

Mehmetalan Köyü dere kenarı


Dere kenarında kahvaltı


Çadırlarımızın kurulduğu alan


Çadırların kurulduğu alan içine koruyucu kısım


İkinci gün artık yürüyüş vaktiydi. Erkenden kalkıp serin havada kahvaltı ettik ve giyindik. Ayak bileklerinin korunması için tayt yerine uzun pantolon tercih ettik. Klasik kırmızı ÜÇGEzgin tişörtlerimizi, yedek çamaşır ve yiyeceklerimizi çantalara koymayı unutmadık. Rehberimiz Hüseyin Yetiştirici, Kazdağlı lakabıyla tanınan Kazdağlarının aşığı, ormanların koruyucusu, gerçek bir avcı. Rehberliği, yol arkadaşlığı, anlatımları ve sıkmayan konuşmalarıyla Kazdağları’nın ruhunu yaşatmak isteyen bizlere keyifli bir rota planlamıştı. 








Kazdağları Milli Parkı’na girişte rehber ve araç girişini de ödedikten sonra yola devam ettik.



Bir süre sonra arabadan inip panoramik görüntüsünü görebileceğiniz Edremit körfezini fotoğrafladık. 





Daha sonra yürüyüşe başlayacağımız yere doğru yol aldık ve ormanın içlerine doğru yürümeye başladık. Göknarların eşlik ettiği yürüyüşümüz kılavuzumuzun ansiklopedi ezberi olmayan anlatımlarıyla insana keyiften öte bir haz veriyordu. Her yürüyüşümde hissettiğim bu özgürlük duygusu beni daha fazla tutkuyla ormanın içine doğru çağırıyor. 




Kazdağı göknarı; (Abies nordmanniana subsp. equi-trojani) 

Keyifli bir rota vardı önümüzde. Doğanın bize sunduğu en güzel parçalara dokunarak adım atmak, bol oksijeni ciğerlerimizde depolamak ve Türkiye'de yalnızca Kazdağı'nda yetişen endemik bir göknar olan Kazdağı göknarıyla çevrili ormanda yürümek, mutluluk hormonunu en üste taşımak eşsiz bir duygu...














 







Fotoğraf çekerek yürümek zor olsa da o anları tekrar yaşatmak için durup doğanın güzelliğini kameralarımıza kaydettik.


Hem dinlenme hem fotoğraf zamanı 







Kazdağlarında yetişen endemik bitki türlerini görüp de hayran kalmamak mümkün mü ?  

Pembeler; asperula sintenissi





Palamut

Sarılar keten bitkisi
Yalancı dağ nanesi

Şakayık


Aslan pençesi

Yaban mersini


Üç tepeden en merak ettiğim Karataş tepesi için rehberimiz bize sıkı giyinmemiz gerektiğini çünkü tam tepe olacağı için çok eseceğini söylemişti. Haziran olmasına rağmen ince olmayan kıyafetler giyildi ve yürüyüşe başlandı. ÜÇGEzgin tişörtlerimizi de hemen Karataş tepesinde fotoğraflamak için giydik :)


ÜÇGEzgin Karataş tepesinde



Karataş tepesi

Kazdağları deyince akla Türkmen köylülerinin söylencelerinde yer alan Sarıkız efsanesi gelir. Efsaneye göre Hera, Afrodit ve Athena’nın katıldıkları, Truva Savaşı’na yol açan o meşhur güzellik yarışması burada yapılmış, Zeus burada doğmuş, tanrılar Truva Savaşı’nı buradan izlemiş ve Afrodit ilk kez burada aşık olmuş.


Sarıkız tepesindeki efsaneye göre; Kaz dağlarında çok güzel bir kız yaşarmış ve adına da Sarıkız derlermiş, gel zaman git zaman Sarıkız’ın güzelliğini çekemeyenler onun hakkında kötü yola düştü diyerek dedikodu yaymaya başlamışlar ve onu lanetli ilan etmişler, babası da Sarıkız’ı alarak Kaz dağının zirvesine bırakmış. Sarıkız dağda dolaşırken yanına bir kaz gelmiş ve ona birkaç yumurta vermiş. Sarıkız bunları saklamış ve bir süre sonra kaz yavruları yumurtalarından çıkıp büyümüşler. Günler günleri aylar ayları kovalamış bir gün kar ve tipiden yolunu şaşıran iki yabancı Sarıkız’ın yaşadığı zirveye sığınmak zorunda kalmış. Sarıkız bu yabancıları kurtarmış, beslemiş ve sağlıklarına kavuşturmuş. Bu yabancılar dağdan indikten sonra köy halkına “Kaz dağlarında çok güzel, ermiş bir kız yaşıyor” demişler. Bu sözler Sarıkız’ın köyüne, anne ve babasına ulaşmış. Anne ve baba çocuklarına duydukları özleme daha fazla dayanamayarak Sarıkız’ın yanına gitmişler. Sarıkız zirvede onları bekliyormuş sevgi ve hasretle kucaklaşmışlar, bir ara baba kızından su istemiş. Sarıkız hemen şimdi diyerek avuçları ile babasına su içirmiş, babası suyu nereden aldın deyince de “elimi uzattım, denizden aldım” demiş, anne ve baba böylece kızlarının gerçekten ermiş olduklarını anlamışlar ve geri dönmüşler.



Sarıkız efsanesi hakkında bir çok anlatım var bunlara www.kazdagli.com dan ulaşabilirsiniz.

İki günümüz Kazdağları Milli parkının içini yürüyerek, Karataş ve Sarıkız tepesine tırmanarak geçti ve son günümüzde Mehmetalan köyünü keşfe çıktık. Köy kahvesinde vazgeçilmezim türk kahvesini yudumlarken orada olmanın keyfini çıkarttım, çektiğim fotoğraflara baktım ve unutmamak üzere kalbime not ettim.



Mehmetalan köyünün içinde yürürken anlık gelişen bir yamaç inişi sonrası karşımıza çok güzel bir göl çıktı. Burada yanımda hiç kıyafet olmamasına rağmen o güzelliğe dayanamayarak suya atladım. Köydeki çocukların ağaç dalına bağladıkları ipe asılı kalarak buz gibi göl suyuna atlamadan buralardan gitmeyecektim tabiiki J








Kamp alanını toplayıp, bizi işletmesinde ağırlayan güzel insanlarla vedalaştıktan sonra kararımız Edremit’e 17 km olan Tahtakuşlar Köyü’ne gitmek oldu. Güre Belediyesi sınırları içerisinde Tahtakuşlar Köyü'ndeki Alibey Kudar isminde bir ilkokul öğretmeni tarafından kurulan özel etnografya galerisini görmeden bu topraklardan gidemezdik. Galeride, Orta Asya'dan Türkiye'ye göç eden Konar - Göçer Türk boylarının ilginç ve özgün kültür varlıkları ve Kazdağı efsaneleri sergilenmektedir. Ayrıca özel sanat eserlerinin sergilendiği bir sanat galerisi de bulunmaktadır. Dünyanın en büyük su kaplumbağasını, Orta Asya Türklerinin çadırlarını görebilir, el yapımı hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Uğramayı ve selam söylemeyi unutmayın.








Biz Arasların 150 yıllık dededen kalma uğraşı zeytinciliğin geçmişini bir de Türkiye’nin ilk Zeytinyağı Müzesi olan Adatepe Zeytinyağı Müzesinde görmek için yola çıktık. Küçükkuyu'daki tarihi sabunhane binası restore edilerek, bir yandan kuru baskı tarzında zeytinyağı üretimine devam edilirken, öte yandan civar köylerden toplanmış zeytin, zeytinyağı ve sabun üretimine ilişkin çeşitli araç -gereç ve aksesuarlar fabrika binasında sergileniyor. 

https://www.adatepe.com/StaticPages/adatepe-zeytinyagi-muzesi/145

















Babamın zeytin tarihi hakkındaki anlatımlarını dinleyerek müzeyi dolaşma fırsatı bulduk ve çıkışta hediyelik eşya alınan yerden kendime zeytin motifli bir şal aldım. O kadar güzel bir kumaşa yapılmış ve ince ki, bana “zeytin göz” lakabını takan herkesin bende görmesi gerekiyor.

Zeytin motifli ipek şalım


Ve ansızın müzenin çıkışında bizi karşılayan satırlar... 

Nazım'dan...

Yani, öylesine ciddi alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin.

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için

yaşamak yani ağır bastığından.




Yaşadığımız her anın kıymetini bilmemiz gerek. Aslında her şey o anda saklı ve özel. Bazen yaşadığımız, nefes aldığımız hiçbir anın keyfini çıkaramıyoruz. Günlük telaşlarımız, insanlarla ilişkilerimiz, ne söyleyeceğimiz, ne giyeceğimiz, ne yapacağımız o kadar kafamızı yoruyor ki yaşadığımız anın tadının çıkarılması gerektiğini fark edemiyoruz. Bir düşünün, sizi en çok mutlu eden, en iyi hissettiğiniz, en özgür olduğunuz anı. Onu hatırlamanızın, düşündüğünüz anda bile mutlu olmanızın nedeni sadece o ana bir “duygu” katmış olmanız; çünkü biz insanlar kararlarımızı ya düşünerek ya da hissederek veririz. 

Bu fotoğraf da dönüş yolunda çekildi. Yine bulmuşum kendime sevecek bir hayvan. 
Tabi Tarçın evde bekliyor hemen gitmeliyim :) 


Kalpten hissederek anı yaşamanız dileklerimle,

Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

21 Haziran 2018 Uluslararası Yoga Günü - BURSA 21 Haziran Uluslararası Yoga Günü’nün Bursa programı burada!   13.00 Hatha Yoga’yı s...